implant


  Aktif KonularAktif Konular  Forum Üyelerini GösterÜye Listesi  Forumu AraArama  YardımYardım
  Kayıt OlKayıt Ol  GirişGiriş
Site Tanıtımı
 ASPTurkiye.com Forum : Site Tanıtımı
Konu Konu: Kur’ân ve Risale-i Nur Yanıt YazYeni Konu Gönder
Yazanlarda
Mesaj << Önceki Konu | Sonraki Konu >>
dj_ibo_g_h
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye


Kayıt Tarihi: 09-Ocak-2012
Ülke: Türkiye
Gönderilenler: 3388
Gönderen: 18-Haziran-2014 Saat 14:46 | Kayıtlı IP Alıntı dj_ibo_g_h




Bugün pek çok ehl-i dinin nazarında, neredeyse sabitleşmiş bir zan vardır: Risale-i Nur okuyanlar, Kur’ân’ı pek okumazlar, pek nazara almazlar, Risale-i Nur’la yetinirler.

Şahsen, Kur’ân’la tanışması ancak Risale-i Nur’la gerçekleşen biriyim. Risale’yi okumaya başlamamla birlikte, Risale-i Nur’un her daim nazara verdiği Kelâm-ı Ezelî’yi okuma iştiyakı duydum. Nitekim Risale okumalarının, adım adım, dünyamı Kur’ân mektebine hazırladığını hissediyorum.

O yüzden, pek çok ehl-i dinin sözünü ettiğimiz zannı, ba­na hiç mi hiç doğru gözükmüyor. En başta kendi şahsî tecrü­bem, bana bunun böyle olmadığını gösteriyor.

Ne var ki, ortada böyle bir zan mevcut. Ve, Risale-i Nur’­un herkese ve her ehl-i dine ulaşmasını istiyorsak, ona her­kesin ihtiyacı olduğunu düşünüyorsak, bu zannın kırılması ve aşılması gerekiyor.

Ayrıca, bu zannın, Risale-i Nur’a muhatap olanların bazı ‘vurgu’ hatalarından, keza bazı ‘vurgu’ kaymalarından da des­tek ve cesaret aldığı kanaatini taşıyorum.

Risale-i Nur için, ‘Kur’ân-ı Hakîm’in şu asra bakan mane­vî bir tefsiri,’ ‘Kur’ân-ı Hakîm’in eczahane-i nurani­yesin­den şu asrın yaralarını tedavi için alınan devalar’ gibi tabirler belki sık sık kullanıldı. Ama, itiraf edelim, içi doldurulmadı. Bu, bir ‘iddia’ düzeyinde bırakıldı; ispatı yapılmadığı gibi, fiilî örnekleri de gösterilmedi.

Öyle ki, çokları Risale-i Nur’un Kur’ân’dan söz ederken en ziyade ‘Kur’ân-ı Hakîm’ demesini yadırgayıp, bunu Said Nursî’nin icadı olan bir tarif zanneder ve tenkide yönelir iken; bunun doğrudan doğruya Kur’ân’ın Kur’ân’ı tarifi olduğu dahi söylenemedi. O kadar sıklıkla okunan eşsiz Yâsîn sûresinin hemen ikinci âyetinde, Kur’ân’ın “ve’l-Kur’âni’l-Hakîm” olarak tarif edilişine ya kendimiz dikkat etmedik yahut, başkalarının dikkatini buna çekmeyi beceremedik.

Bu örneğin belgelediği üzere, Risale-i Nur’un muhteva ve üslup örgüsü ile Kur’ân arasındaki kopmaz bağlar, maalesef ya fark edilemedi, yahut fark ettirilemedi.

Oysa, Risale-i Nur’un Kur’ân’ı dahi Kur’ân’ın tarifiyle anlattığı farkedilse, onun tefekkürünü, usulünü, üslubunu ve terminolojisini tamamen Kur’ân’a dayandırdığının anlaşılması ve anlatılması çok çok kolay olurdu.

O zaman, bunca insan Risale-i Nur’a belki bu kadar bühtan etmez; etseler de, bu bühtanlar, bu kadar insanın Risale’ye uzanması mukadder yönünü başka taraflara çevirmezdi. Ama ne yazık ki, bu kopmaz bağlar dar akıllarımızdan gizleniyor.

Meselâ, Âyetü’l-Kübra’ya ilişkin bir dikkatsizlik, mânidar bir örneğidir bunun. ‘Kâinattan Hâlıkını soran bir seyyahın müşahedatı’ olan bu risalede, yolculuğun nereden başladığı sorulsun bize. Sayfaları açılır veya hâfıza arşivi taranır, cevap verilir: “Yıldızlardan.” Evet, Âyetü’l-Kübra kâinatın Rabbimizi nasıl tanıttığını ders verir. Ama ‘seyyah’ımız, yıldızlardan başlamaz yolculuğa; bir Kur’ân âyeti ile başlar. İsra sûresinin, yedi kat göğün, yerin ve içindekilerin O’nu tesbih ettiğini; O’nu tesbih etmeyen hiçbir şeyin olmadığını bildiren 44. âyeti ile. Nitekim, şu an elinize Şualar’ı alın, Âyetü’l-Kübra’yı açın; seyahatin bu Kur'an-ı Kerim âyetiyle başladığını görürsünüz. Açıkçası, ‘kâinattan Hâlıkını sorma’ mesleği, Said Nursî’nin kendi aklınca ürettiği bir yol değildir; Kur’ân’ın hepimize bildirdiği bir yoldur.

Aynı şekilde, Haşir Risalesi’ndeki, “Madem dünya var, elbette âhiret var” ifadesinde özetini bulan ve milyonlar cilt İs­lâ­mî eser içinde misli bulunmayan haşir ve âhireti isbat usulü de, Said Nursî’nin kendince ürettiği bir yol değildir. Bi­la­kis, bu risale, tam da bu usulü öğreten“Fenzur ilâ âsâ­ri...”[1] âyetinden alınmış bir ders hükmündedir. Zaten, bu âyet­le başlamaktadır.

Şahsen, Risale-i Nur’u okudukça, Risale-i Nur’un kalbimi ve ruhumu her daim ona yönelttiği Kur’ân’ı daha bir ciddiyetle okuma iştiyakıyla doluyorum. Ve Kur’ân’ı dikkatle oku­duğumda, Risale-i Nur’un ders verdiği hakikatlerin, esas­ların, usulün, üslubun ve hatta kelimelerin Kur’ân’dan alın­dığını görüyorum.

Kur’ân’a muhatap oldukça, görüyorum ki, Risale-i Nur’­un en yoğun vurgularından biri olan fenâ-bekâ ikilemi, Kur’­ân’­da yoğun biçimde ders veriliyor. Rahman sûresindeki eşsiz ve beliğ “Küllü men aleyhâ fân. Ve yebkâ vechu Rab­bi­ke...” âyetleri, bunun bir örneğini teşkil ediyor.

Keza, Risale-i Nur’un en yoğun vurgularından bir diğeri olan ihlas, Kur’ân’ın pek çok sûresinde, “Muhlisûne lehu’d-dîn” gibi âyetlerle ders veriliyor.

Fakr, iktisad, adalet, ibadet, tefekkür, mânâ-yı harfî, sünnet-i seniyye kısacası, Risale-i Nur’un temeli, esası, aslı olan herşey Kur’ân’dan alınmış bulunuyor. Öyle ki, Said Nursî’­nin Kur’ân’dan ders aldığı yerler çıkarılsa eminim geride birşey kalmayacaktır.

Hal bu iken, Risale-i Nur’un Kur’ân’a ayna değil perde olduğu zannı ortada dolaşıyorsa, bu ‘perde’liği bizde arayalım diyorum. Arayalım; ve de bu perdeleri kaldıralım istiyorum.

Zira, Risale-i Nur’un ders verdiği kudsî Kur’ân hizmeti Ri­sale’ye ve elbette Kur’ân’a perde değil; ayna ve pencere olma vazifesi yüklüyor bize.*

Metin Karabaşoğlu / Risale Okumaları - 1

[1] Bkz. Rum Suresi 30-50.

Kaynak: www.RisaleMarket.com
Yukarı Dön Göster dj_ibo_g_h's Özellikler Diğer Mesajlarını Ara: dj_ibo_g_h Ziyaret dj_ibo_g_h's Ana Sayfa
 

Eğer Bu Konuya Cevap Yazmak İstiyorsanız İlk Önce Giriş
Eğer Kayıtlı Bir Kullanıcı Değilseniz İlk Önce Kayıt Olmalısınız

  Yanıt YazYeni Konu Gönder
Yazıcı Sürümü Yazıcı Sürümü

Forum Atla
Kapalı Foruma Yeni Konu Gönderme
Kapalı Forumdaki Konulara Cevap Yazma
Kapalı Forumda Cevapları Silme
Kapalı Forumdaki Cevapları Düzenleme
Kapalı Forumda Anket Açma
Kapalı Forumda Anketlerde Oy Kullanma

Powered by Web Wiz Forums version 7.91
Copyright ©2001-2004 Web Wiz Guide

Bu Sayfa 0,0781 Saniyede Yüklendi.